KİŞİSEL BLOG'UMDA YER ALAN TÜM GÖRÜŞLER, HİÇBİR 3. PARTİYE DEĞİL, SADECE BANA AİTTİR.



Go Away To Galway

Bu haftasonunu Noogler'larımla Galway'de geçirdik. Dublin Galway arası arabayla 3-4 saatlik bir yol. Şehir merkezine vardığımızda yağmurda yürüyerek şehri baştan sona 2 tur yürüyüp bitirdik. Ve ıslandık. Sonra gece konaklayacağımız konukevine vardık. Sahipleri evli bir çiftti. Çok şekerlerdi. İkisi de çok konuşkandı ama bir fark vardı. Kadını anlayabiliyoduk ama adamı hayır.. Hani biri bişey konuşur, anlamazsın ama "Hı-hı." dersin de, aslında soru soruyomuştur ya, o durumu bizzat yaşadık. Adamcağız bize bütün kahvaltı opsiyonlarını sıraladı (sandık). Biz de "yes ok" dedik. "Evet hangisi?" diye bir daha sorduğunda hepimizi bi gülme aldı tabi. 25 sene önce evlenmişler:



Pansiyon da zaten evliliklerinin muhtemelen ilk yıllarından kalma süs objeleriyle doluydu. Favori ikilim (düğün reismlerinden sonra) kristal tuzluk-biberlik-baharatlık seti ve televizyonun yanından kafasını uzatan boğa. Viyolonsel çerçeveli saat, kalp tabakta plastik çiçek, bir tavşanın açık kapısında bekleyebildiği ağaç kovuğu şeklinde tasarlanmış vazo, at nalı şeklindeki metal askıdan sarkan sarı metal mini süpürge - faraş seti gibi birçok obje daha ortama bi sıcaklık katmıştı. Eminim ki gerçek evlerine de ferahlık katmıştır onları buraya atmış olmak.





Pansiyonumuza yakın biyerde, Kinvara'da festival vardı. Heryerde canlı müzik vardı. Akşam yemeğini orda yedik. Kıyıya demirlemiş gördüğümüz tekneler sabah suyun çekilmiş olmasından dolayı yere oturmus vaziyetteydi. Bi önceki akşam suyla dolu, rüzgar sörfü yapılan koyu ertesi sabah bomboş görmek ürperticiydi.

Bu ikinci günümüz güneşli bir gündü (Biz de inanamadık). İlk durağımız Dunguaire Castle oldu:



Sahilleri gezerken Macar bir balıkçıyla karşılaştık.



Biraz ilerde ise sörf yapılan bir sahile vardık. Yaklaşık 100mt'lik bir sahilde suya doğru yururken yarım saniyeden uzun suren her adımım yarattığı çukurcuğun su dolmasıyla ayakkabılarımı ıslatıyodu.



Yol üzerinde gördüğümüz minik bi kasabada mola verip öğlen yemeğimizi yedik. Güneşin altında t-shirtlerimizle oturabilmek tanrının bize bir armağanıydı. Ayrılırken yan pub'da bir grup "Sweet Home Alabama"yı çalıp söylüyodu.

Cliffs of Moher durağımız en keyiflisiydi. (Orası neresi mi? Google'layın :P) Dolanıp gezip bitirdikten sonra ruzgardan karışmış olan saçlarımı çözebilmem biraz zaman aldı.



Bu da sanat:

Hiç yorum yok: