KİŞİSEL BLOG'UMDA YER ALAN TÜM GÖRÜŞLER, HİÇBİR 3. PARTİYE DEĞİL, SADECE BANA AİTTİR.



Pazar güneşliyse Killiney'e gitmek lazım

Killiney'e gitmek üzere Grand Canal Dock DART istasyonunda biletimi alıp platformda treni beklemeye başladığımda benim gibi beklemekte olan yaşlı amca dikkatimi çekti. Bembeyaz pamuk gibi saçlarıyla kapkalın beyaz kaşlarını taşımakta zorlanır görünen kafası biraz öne biraz yana eğik bankta oturuyodu. İncecik bacaklarını birbiri üzerine atmıştı, elleriyse kucağına sanki tesadüfen düşmüş, yorgun.. ve bir mp3 çalar tutuyordu! Kucağından yukarı uzayan kabloları takip ettiğimde kulaklıklarını gördüm, yani baya basbariz mp3 dinliyodu en az 80lerindeki amca.

Killiney'e vardığımda hava harikaydı. Kumsal denize girenlerle doluydu. Tabi doludan kastım bi Kilyos değil, sadece birkaç öbek insan.

Ne yapacağıma karar verip ("Önce sahile ineyim, sahilde yürüyeyim, yok yok önce Killiney'in sokaklarını keşfedeyim, Bono'nun evini, Fitzpatrick Castle'ı, Killiney Hill Park'ı göreyim, evet evet önce semti bi keşfedeyim sahile öyle ineyim") Bono'nun evine doğru yürümeye başladım. Trenden inince yokuş yukarı yolu takip edince sağda büyük siyah kapılı bir evmiş. Kimbilir dedim belki Bono'yu görürüm, belki bir imza ya da bir resim onunla.. burda yaşayan bir Türk olarak kendimi tanıtır belki bi ayaküstü sohbet ederdik o arabalarından birine binip röportaj randevusuna gitmeden önce.. Hatta Liffey Nehri'nin kenarına inşa edilen U2 Tower'ın, yan apartmanda oturan arkadaşımın manzarasını kestiğini söylerdim, o da çok yüksek tutmazdı son bikaç katta vazgeçerdi belki.. O güneşin altında (dile kolay 21 derece) yokuş yukarı yürüdüm yürüdüm, pes etmeden bilinmeyene doğru ilerledim, ter döktüm emek verdim ve tarife uyan siyah kapıyı gördüm. Evet.

Killiney'in tüm sokakları çok tatlı. Pastadan evlerin sağlı sollu tasarlanarak yerleştirildiği bir film seti gibi. O sokaklardan birkaçının vardığı şehir merkezinde buldum kendimi. Bişeyler atıştırdım ve ordan Fitzpatrick Castle'a gitmek için 59 numaralı otobüsü beklemeye koyuldum. Durakta bi amca vardı, sonra bi de teyze geldi. Üçümüz konuşmaya başladık. Amca teyzeden 3 yaş küçükmüş, 1925 doğumluymuş. Teyze de 1922 doğumlu. Sanki oyuncaklarla şimdi daha çok oynamaya hak kazanmış minik çocuk gibi gözleri parladı teyzenin "sen benden 3 yaş küçüksün" derken. Yumuşacık görünen açık kahverengi bir şapkası, pembe allıkları, ruju, taşlı küpeleri ve haylaz bi gülüşü vardı. Amca da anılarını anlattı bize. Mesela gençliğinde burdan şehre giden araç yokmuş, mecburen yürürmüş, 1 saatten fazla sürermiş. Otobüs gelmesin istiyodum ama geldi. Binmiyeyim de biraz daha dinliyeyim onları diyodum ama onlar da binecekti. Hep beraber bindik. Fitzpatrick Castle'a geldiğimizde doğru yerde inip inmediğimi sordular emin oldular, beni uğurladılar ben de onlara güzel günler dileyip indim.

Fitzpatrick Castle bir otel, tepeden sahil manzarasına hakim. Ama bu kısmı önemli değil. Önemli olan tuvaletler:













Biri bana "ben bi otelin tuvaletinde fotoğraf çektirdim" dese ben çok gülerdim.



Tuvaletlerden sonra geri kalan kısmı da şöyle bi gezdim işte.

Ordan yürüyerek Killiney Hill Park'a geçtim. Killiney Hill Park bir tepe üzerinde geniş bir park. Hava o kadar güneşliydi ki bunu fırsat bulup gelmiş olan çocuklu aileler ve köpek gezdiricileriyle cennet gibiydi.



Tepenin etrafında bir tur atıp, oturup dinlenebileceğim ve yukardan koya bakan taşların oraya vardığımda çok tatlı bir aileyle tanıştım. Kadın çok yakında bir yerde oturuyomuş Adam ise erkek kardeşiymiş. Erkek kardeş seneler önce İrlanda'nın havasına pes etmiş ve Avustralya'ya yerleşmiş. İki senede bir İrlanda'ya ziyarete gelirmiş. Bu ziyaretinde, minik tatlı kızları ve kızlarının arkadaşlarıyla hep beraber Killiney'de yürüyüşe çıkmaları benimle aynı güne denk gelmiş.

Kumsal denize girenlerle doluydu evet.. ama ben henüz o kadar irlandalı olamadığım için ancak çıplak ayakla kumsalda yürümeyi deneyebildim.

İrlandalılar da ağlar

İlk defa ağlayan bir İrlandalı gördüm. Acı ve mutsuzluk eşiklerinin ne kadar yüksek olduğunu düşündüğümü, Grafton Street'te dolanırken gördüğüm ağlayan o İrlandalı kadının aklımdan çıkamamasından anladım. Ne olmuş olabilir ki ağlaması için? Bi buruldum, içinden çıkamadım..

..sonra, Pazar günleri müze gezmek isteyenleri herbirine tek tek ücretsiz götüren Dublin Culture Bus'a bindim. Dublin City Gallery The Hugh Lane'de indim. A-a bi baktım odadan odaya dolanırken gözlerim doldu. Sanat ruhun gıdası ama ne zamandır doyunca duygulanıyoruz? Hal böyleyken Grafton Street'teki kadın napsın?

Gerçi belki o da bu galeriden yeni dönmüştü, Francis Bacon'un kanvasın tersinde çalışarak oluşturduğu, incelemelere konu olan tekniğin, aslında Monte Carlo'da parasız kaldığı bir dönemde elindeki kanvasların tersini kullanmaya başlaması ve bunun daha iyi sonuç verdiğini tesadüfen görmesi sonucu ortaya çıktığını yeni öğrenmişti. Bu yeterince hüzünlü değilse, bu deneyimi Francis Bacon'un kendisiyle yapılan bi röportaj videosundan dinlemek, gözlerinin arkasında dolanan bir galaksiyi dolduracak düşünce olmasına rağmen sadece bir ağzın izin verdiği kadar kelime ile bunları ifade etme çabası insanı rahatlıkla ağlama noktasına getirir. O noktaya gelince de röportajın yapıldığı atölyenin tüm orjinalliğiyle galeriye taşınmış halini görmek üstüne tuz biber olur.

Galerinin mağaza kısmına girdiğimde dolan gözlerim kurumuştu. Ordan şöyle bir kart aldım: (simsiyah zemin, sadece 3 tane beyaz konuşma baloncuğu) "How are you feeling?" "I'm feeling very unstable and insecure. I also feel very worried and anxious about everything" "I also feel trapped and I feel I'm much too fat and that people are laughing at me. I feel very frustrated and depressed. I feel that I am unable to meet the demands that have been made of me. I am in a bit of a rut as well", ve kendimi iyi hissettim.

Marie Antoinette ve Polyanna

Dublin toplu taşıma otobüsleri İETT otobüslerinden biraz farklı. (Bi kere en başta otobüse sol taraftan biniyosun.) Bizim dolmuş sistemi gibi gideceğin yerin uzaklığına göre nakit ödüyosun. En kısa yolculuk -ki bu yanlış hatırlamıyosam 5 duraklık mesafeye kadar oluyo- 1 avro 5 kuruş (2 milyon para). Bizim halk otobüsleri gibi asistan da yok. Ücreti direk şoför gözetiminde bi kutuya atıyosun, bileti de verdiğin paraya göre bastırıp alıyosun. Oldu da 1,05 avro bozuğun yok, 2 avron var, o zaman 95 kuruş para üstünü orda alamıyosun, biletinin devamı olarak "95 kuruş alacaklı" diye bişey daha basıyo şoför bey, onla şehir merkezindeki Dublin otobüsleri kurumundan alıyosun. Mesela ben geçen gün son 1 senelik "alacaklı" fişlerimi götürdüm, 15 avro 30 kuruş para üstümü toptan tahsil ettim. Oldu da bozuk paran hiç yok sadece kağıt paran var, o zaman otobüsü unutuyosun, taksiye biniyosun (ekmeğin yoksa pastanı yer gibi). Kağıt parayla otobüs bileti alınamıyo burda. Neredeyse hepsi iki katlı. Mesela ben, evimin penceresinden, şehir merkezine 2 ve 3 numaralı otobüslerin üst katında gidenleri görüyorum. Bir de, en hoşuma giden kısmı, otobüsten inerken şoföre teşekkür ediyosun. Seni o kadar taşıdı sesini çıkarmadan, kazasız belasız istediğin yere getirdi, tadında..