KİŞİSEL BLOG'UMDA YER ALAN TÜM GÖRÜŞLER, HİÇBİR 3. PARTİYE DEĞİL, SADECE BANA AİTTİR.



Dublin Kasabı

Demin postaneye gittim, evime bölgedeki en yakın postane evime bölgedeki en uzak marketin içinde. Postamı verdim, postaneden - pardon marketten çıktım, eve dönerken camında "Ağzınızda Dağılacak En Kaliteli Et" yazılı bi kasap vardı. İştahlandım girip bari eve biraz tavuk göğsü, kuşbaşı bişeyler filan aliyim dedim. Aynı kulak memesinde iki halka küpesi olan genç adam "Size nasıl yardımcı olabilirim?" dedi. "Kuşbaşı tavuk göğsü istiyorum" dedim. "6 tanesi 7 euro promosyonumuz var, 6 tane yapim mi?" dedi. "OK" dedim. Aldı göğüsleri büfeden, metal tezgahın ustune attı, "Bu kadar yetiyo mu?" dedi, o arada bikac göğsü de metal tartı tabagının üzerine koydu indirdi filan (oynadı baya yani). "Yetiyoo evet evet" dedim (evet evet=hızlıca dedim ki daha fazla oynamadan biran evvel kasap kağıdı bulup onun üstüne koysun). Elleri eldivensizdi. Avucladı göğüsleri arkadaki masaya götürdü. Masada duran kırmızı etleri bi kenara ittirdi, kalıntılarının arasına benimkileri koydu, 2 saniyede göğüslerin hiçbişeyini temizlemeden kuşbaşı yaptı. Onları yine aynı elleriyle torbalara koydu. sonra da büyük bi torbaya. Ve bana verdi. "Kasaya gidip kasiyere 7 euro ödicem şimdi.." diye düşünürken "7 euro lütfen" diyerek aynı ellerini bana uzattı. 10 euro verdim. 3 euro para üstünü demirlik olarak avcuma bırakırken yapışkan tavuklu parmakları elime çarptı. O ise o sırada bi sonraki müşteriye "Size nasıl yardımcı olabilirim?" diyodu. Kasanın çekmecesini geri ittikten sonra, ve aynı ellerle.

Bi de kokoreçimize temiz değil derler..

Spor Salonu mu, Balo Salonu mu?

Geçen gün bi spor salonunu görmeye gittim. 2 metre çapındaki taşlı avizeleri, kızıl kadife kaplı altın varaklı kraliyet koltuklarını, beyaz deri kaplamalı asansörünü, koridorlarındaki taşlarla bezeli şamdanları ya da el oyması süslerle kaplı resepsiyonu burda saymayacağım. Şaka gibiydi. O şokun arasında 2 resim de ben çekebildim:



Camımda Kolektif Sinek Ölümleri

Sinekler burda da aynı, siyah ve çirkin. Tek farkları Dublin yağmurundan usanıp ölmek istiyo olmaları. Camlarımı açtığım anda yağmurlu havadan kaçıp içeri hücum eden bütün sinekler ertesi sabah camımda ölü bulunuyolar. Ama camımda. Evet, dikey bir camda, ve ölü. Minik bedenlerinin kala son ısısını minik bir buhar huzmesi şeklinde cama yaydıktan sonra oraya bi sekilde yapışıp kalan ölü sineklerim:



Aile Boyu Yoğurt (ama 500gr.)



Bizim "küçük boy" dediğimiz 500gr'lık bi bardak yoğurda "Family Pot" demişler, ne güldüm ya.. Bizim damacanaları görseler heralde bu sefer onlara bi gülme gelir.

F.R.I.E.N.D.S, Room Rivals, Dorothy, Blanche, Rose ve Sophia

Temmuz'da büyük konuştum, doktorların eline kendim düştüm. Istanbul dönüşü grip oldum. Grip olan öksürür ve hapşırır ya, bende de oyle oldu. Sonucunda da belim tutuldu. Başlarda ancak yatakta dümdüz uzanabilliyodum. Yattığım yerden yoldan geçen arabaları seyrederek günler geçti..

Bu genç doktorun yazdığı rapor:




Bu da yaşlı doktorun yazdığı rapor:


İlaç seremonisi ise bambaşka bir hikaye. İlacı doktor yazarken bi kere gozlerimin içine baka baka büyük bir endişeyle bişeyler yedikten sonra almam gerektiğini, midemde asitlenme olmaması için iyi beslenmem gerektiğini anlattı. (Biz tüm bu 5 dk'lık konuşmaya Türkçe'de "tok karnına" diyoruz). Sonra eczaneye gidip ilacı almak istedigimde de receteyi okuyanları bi hüzün kapladı. Kontuarın arkasına gecip ilacını paketlemeye koyuldu. Paketlemesi uzun iş çünkü:

İlaç Paketi Ön:

Reçeteli ilaçlar, reçeteli ilaçlar için özel tasarlanmış paketlere koyuluyo. Paketlerin üzerinde "kim-kiminle-nerede" bilgilerinin yazılması gereken bölümler mevcut. Fakat bizim eczane poşet üstüne değil kendi bastiği stickerların üzerine bütün bu bilgileri yazmayı tercih ediyo.

İlaç Paketi Arka:

İşte böyle. Paketin arka kısmında da ilacı alırken nelere dikkat etmeliyiz madde madde yazıyo. Ama bunları okumasak da olur, çünku.. daha bitmedi..

İlaç Paketi İç:

Evet bu iç sticker ise, doktorun bana bu ilacı almakla ilgili anlattığı herşeyin bir özeti niteliğinde. Bi de tabi bu paketi bana verirken acılı eczacının da anlattığı herşey.. Daha da anlamamışsan hani, stickera bak diye.

Bu arada ben bu ilacı eczaneden almak zorunda kaldım, çünkü "iğnesini yapsanıza" dediğimde "Pratisyen Hekim" bana şöyle cevap vermişti: "Ohh..ağrın hemen geçsin diye değil mi..biz de sana o iğnelerin hap versiyonunu vercez, iğne kadar anında etki etmese de senin için daha iyi olacak, çünkü iğne çok yüklü miktarda bi sıvı olduğu için acıyabilir..hem yaptığımız yer kızarabilir de, haplarla iyi olacaksın..eh eh" (Biz şu 5 dk'lık konuşmaya da Türkçe'de, iğne yaptıktan sonra "acıdı mı? al şunu bastır bi sure" diyoruz)

İlaç seremonisinden sonra evime dönüp manzaramın karşısına kuruldum yine. Allahtan ilaç azcık bi işe yaradı da en azından son 2 gündür biraz daha meyilli bir satıha sahip olan koltuğa terfi edebildim. Yani son iki gündür favorilerim F.R.I.E.N.D.S, Room Rivals, Doroty, Blanche, Rose ve Sophia

Bir Tam Dublin Arası Bikaç Dilim Istanbul

Uçaktan indiğimde karanlık çoktan çökmüş bi saatti. Yüzüme vuran sıcak havayı önce uçağın motorundan geliyo sandım. Bana yanımda ceket taşıtan "o kadar da sıcak olamaz" önyargısı işte o an dağıldı. Cidden hava sıcaktı.

Dublin'li gözüyle Istanbul farklı geldi bu sefer. Bi kere banyo muslukları Istabul'da ne kadar yüksekmiş. Ama, yanlış numarayı aradığımı sonradan anladığım bi telefon konuşmasında benim, "Hanfendi yine ben, demin de aramıştım, şimdi hemen gelsem halledebilcek miyiz?" soruma, "He, biz şindi evde yoğuz, çıkıyos biz!" diye cevap veren insanımızı özlemişim onu farkettim.

Salı'dan beri Dublin'deyim tekrar. Artık evimde Türk işi bir rafım var: